26 Temmuz 2010 Pazartesi

Coulrophobia palyaço fobisidir

Bünyem dizisiz kalmayı kaldırmıyor benim. Lost bitti, Dexter ve Fringe tatilde, Nip Tuck’a sıkıldığım için bir süre ara verdim. Baktım olmuyor, Diziport sağolsun uzun süredir methini duyduğum Supernatural’a başladım bende. Benim gibi doğaüstü olaylara, vampirlere, cadılara meraklı bir kişiyseniz şiddetle tavsiye ediyorum.

İlk sezonu birkaç günde bitirdim, dün 2. sezona başladım. Başladım başlamasına ama 2. bölümü seyretmez olaydım. Kendim kaşındım aslında, dizi başlarken bölüm adı öküz gibi yazıyor, kendini bilmiyor musun kızım, niye bile bile seyrediyorsun diye kendime çok küfrettim sonra ama napalım, olan oldu artık. An itibari ile kendime yeni yeni gelmeye başladım, zira bölümü seyrettikten sonra tansiyon düşüklüğü, mide bulantısı, damarlarlarımdan kan çekilmesi hissi, tüylerimin diken diken olması... (daha gider bu ) sorunlarını aynı anda yaşayınca insanın toparlanması pek kolay olmuyor. Bana bu hisleri yaşatan kan görmek, çeşitli işkence sahnelerini seyretmek falan değil, ve hayır şeytanın gerçek halini de göstermediler. Tüm bunların sebebi o lanet olası palyaço. (Buraya her girdiğimde fenalaşmamak fotoğraf yerine ahanda linki : http://www.supernaturalwiki.com/index.php?title=Clowns )

Bölümün adı “Everybody loves a clown”. Hayır efendim herkes sevmiyor, özellikle ben kendilerine karşı korkuyla karışık bir nefret beslemekteyim. Küçükken gittiğim ve palyaço olan ortamlarda diğer tüm çocuklar “palyaçooo” diye çıldırırken, ben genelde annemin veya babamın arkasına saklanmak suretiyle hızla ortamı terk ederdim. Büyüdükçe bu korkum azalacağına daha da arttı ve bildiğiniz fobi haline geldi. Bu korku ne zaman, nerede, ne ile başladı hiç bir fikrim yok, internetten okuduğum bazı kaynaklar genelde bu tür vakaların Stephen King’in “It” adlı romanını okuduktan veya filmini seyrettikten sonra başladığını yazıyor. Kitabı okumak ne kelime, ben onun kapağına bakamıyorum yahu... Anında bir ter boşalması, fenalaşma falan... Gören de başka birşey var sanacak.

Fotoğraftan bu kadar korkmamdan yola çıkarak yeni açılan saçmasapan dükkanların tanıtımını yapmak için kaldırımlara yerleştirdikleri palyaçoları görünce ne hale geldiğimi az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. Neyse ki, zamanla bu konuda kendimi geliştirdim. Öncelikle yolda yürürken gelen müzik seslerine karşı her zaman tetikteyim, neme lazım, yüksek sesli müzik varsa orada bir açılış, daha kötüsü bir palyaço olabilir. İkinci olarak dikkat kesildiğim şey ise balonlar. (ki balon görmek bu tür durumlarda genelde kötü sona yaklaşıldığının bir işaretidir) Dışında balon olan yeni açılmış dükkanların önünde %90 palyaço oluyor, test ettim, onayladım. O zaman ne mi yapıyoruz, eğer söz konusu yer yolumuzun üzerinde ise yavaş adımlarla önünü görebileceğimiz mesafe kadar yaklaşıyoruz, hızlıca olay mahallini gözlemliyoruz, palyaço olmadığından eminsek yusuf yusuf olmuş bir şekilde “ulan ya dükkanın içinden aniden önüme atlarsa” düşüncesi ile hızlı adımlarla ilerliyoruz. Eğer ki dükkanın önünde salak salak triplere girip broşür vs. dağıtan bir palyaço varsa yürüdüğümüz kaldırımı, mümkünse yolumuzu değiştiriyoruz ve mutlu mesut hayatımıza devam ediyoruz.

Kendi çektiğim çile yetmiyor, bir de bu fobimi öğrenenlerin yaptığı muhabbetlere katlanmak zorunda kalıyorum. Anacım millete anlatamıyorsun da derdini, anında dalgaya vuruyor herkes. “puhhaa palyaçodan korkuyor.” Korkarım tabi abi, dünyanın en korkunç şeyi çünkü. Bu evrende “yer fıstığı ezmesinin damağına yapışması” fobisi olanlar var, sen git onları bulup, onlarla dalga geç asıl...

Supernatural izleyicileri için not : Jensen Ackles (Dean Winchester) sen insan mısın yahu =)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Yoksa siz beni tanıdığınızı mı zannediyorsunuz kuzum ?

Dsmnre’yi sallamayıp yazmaya karar verdim. Galiba hayatta en iyi becerebildiğim şeylerden biri bu. Tüm problemleri, sıkıntıları bir anlık kararla yokmuş gibi kabul edip (aslında varolan problemi kabulleniyorum sanırım) hayatıma kaldığı yerden devam etmek. Böyle bir karakterim olduğu için şanslıyım evet. Annemin dediği gibi yaşlanmayacağım ben =)

Asıl yazmak istediğim konuya gelince :
Geçenlerde eski bir arkadaşımdan duyduğum “sen her zaman kapalı kutuydun, herkesin hakkında herşeyi bilirdik, ama senin hakkında şimdi bile bilmediğimiz bir sürü şey var” cümlesi üzerine herkesin blogunda itiraf vs. postları var benim niye olmasın diye düşündüm. Buyrun :

1) Hayatım boyunca hiç zayıf bir insan olamadım. 1 yaşındayken 18 kiloydum :s

2) Küçükken bana ne olacaksın diye sorduklarında uzun yıllar boyunca “dansöz” cevabını verdim. Evet, dans etmeyi seviyorum =)

3) Dans etmeyi çok sevmeme,eğitimini almama ve bir aralar çok esnek bir insan olmama rağmen takla atamıyorum. Beden eğitimi dersim hiç pekiyi gelmedi sırf bu yüzden...

4) Yürürken çevremde gülüşme sesleri duyduğumda acaba bana mı gülüyorlar, benimle dalga mı geçiyorlar diye düşünürüm. Galiba sosyofobiğim biraz...

5) Yazı obsesyonum var benim. Yazdığım yazı illaki içime sinecek, harfler aynı boyutta, aynı derece italik olacak. Olmadı mı ? Son satırda olsam bile hiç acımam “cart” diye yırtarım sayfayı... Derslerde hocayı kaçırmamak için binbir kriz geçirerek yazdığım özensiz notlardan asla çalışamam, hele ki başkasının notundan ölsem çalışamam.

6) Platonik aşk hem çok güzel, hem çok salak birşey... Ve evet burda dayanamayıp bombayı patlatacağım sanırım =) Üniversitede 3 koskocaman yılımı, bu yazıyı okuyabilecek olan kişilerin çoğunun tanıdığı birine platonik aşk besleyerek geçirdim. Bu 3 yıl boyunca karşıma çıkan herkesi bir saniye bile düşünmeden reddettim/sallamadım. Takıntılı olmuştum resmen ona karşı, o olmazsa kimse olmasın diyordum. Şimdi düşündüğümde çok komik geliyor, hala karşılaşıyoruz,selamlaşıyoruz, konuşuyoruz. Eskisi gibi “ölüyorum anlasanağğ” modunda değilim ama sanırım içimde çok büyük bir ukte olarak kaldı o kişi. Kim olduğu top secret, çok ısrar ederseniz belki =)

7) 6. maddede bahsetmiş olduğum sallamadığım kişilerden bir tanesi için çok pişman oldum sonradan... Onu da tanıyanlar çıkabilir belki :P

8) Dans konusunda gösterdiğim hevesi müzikte gösteremedim maalesef... Bora Uslusoy’dan gitar dersi aldım bir süre, herşey iyiydi hoştu, gayet azimli,istekliydim. Ne zamanki yerine Şevket Akıncı geldi, adam beni gitardan soğuttu resmen. Okulda flüte başladım, Sıtkı’cığımı bilen bilir ona da dayanamadım. Evet, hoca konusu çok önemli benim için. Şimdi şan derslerinde Filiz Hoca’mla mutluyum gayet, bizi çok heyecanlandıran bir projemiz var hatta.
It’s gonna be legen..wait for it... =)

9) Yabancı müzik dinlemeye Spice Girls ile başladım.

10) Düşündüm de, şimdiye kadar kimsenin yanına çıkar için yaklaşmadım sanırım. Yapamıyorum ben, kandıramıyorum insanları, nasıl hissediyorsam ona göre davranıyorum. Sevmediğim bir insana bile bile yalakalık yapamıyorum, sahte davranamıyorum. Çıkarım olsa bile muhatap olmamayı tercih ediyorum. Böyle biri olduğum içinde gurur duyuyorum kendimle...

11) Bir konuşsam karşıki dağlar yıkılır...

to be continued...

dsmnre

Seni hiç sevmiyorum dsmnre. Yetmedi mi yıllardır çektirdiklerin ? Doymadın mı işlerime köstek olmaya ? Bıkmadın mı günlerimi çalmaya ?

Başımda onca iş varken bir sen eksiktin zaten... Sen de geldin tam oldu...

Ve şu yazıyı bile senin yüzünden tamamlayamıyorum. Durma tebrik et kendini...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

I'm kinda busy, k-kinda busy...

Kafayı yediğim, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemediğim dönemlerimden birini yaşıyorum gene.
Oysa ki daha birkaç hafta önce hiçbir şey yapmadan günlerce uyumak istiyordum. Karınca gibi hissediyorum kendimi şu an, yapacak o kadar çok iş var ki... Ve işin ilginç tarafı "yapacak çok iş var yahu" cümlesini çok sık kullanıp, genelde bu işleri yapmayan bir insan olan ben, bu sefer cidden yapılacak işleri yapmaya başladım. Biraz enteresan oldu tabi, çünkü hepsine aynı anda saldırdım.
Sonra bugün nerden estiyse oturdum, niye hepsine aynı anda saldırdığımı düşündüm. Cevabı bulmak çok vaktimi almadı, hepsi için heyecan duyuyorum çünkü. Hepsi bir an önce hallolsun ve ben bunları çevremdeki insanlarla paylaşayım istiyorum.
Canım ciğerim bir arkadaşıma web sitesi yapıyorum, bol bol sanat tarihi okuyorum, bu sene hazırlamam gereken portfolyom için çalışıyorum, gelecek hafta başlayacak Bebots provalarına hazırlanıyorum (Hell Yeah!), şan hocamın benimle yapmayı düşündüğü projeyi sık sık aklıma getirip, kalp krizi eşiğinden dönüyorum, bir yandan bas ve sahne hocamızla yapacağım kişisel bir çalışma üzerine kafa yoruyorum, flüte yeniden başlamak için para biriktiriyorum, bir de gelecek sene için metal,rock,legend birşeyler diyorlar(:P), daha ortada ciddi bir şey olmasa da sanki başımda az iş varmış gibi bunu bile düşünüyorum. Ama bunların dışında birşey daha var ki, işte bu sefer daha önce hiç yapmadığım, yapmayı aklımın ucundan bile geçirmediğim bir işe kalkışıyorum.
Birçoğunun gerçekleşmesine daha vakit olsa da hepsi için apayrı heyecanlar duyuyorum şimdiden. Ve kendimin bile şaşıp kaldığı bir performansla hepsi için vakit ayırıyorum. Salmış bir insanken neden şimdi böyle bir kişiliğe dönüştüm en ufak bir fikrim yok. Akıllanıyorum belki de yavaş yavaş. Haydi hayırlısı :)

14 Haziran 2010 Pazartesi

işiniz mi bitti ?

Eğer bir insan yaptığı işi gerçekten severek yapıyorsa, inanıyorsa, kendini geliştirmek için çaba harcıyorsa, yaptığı şey kişisel zevkime hitap etmese bile olabildiğince eleştirmekten kaçınırım. Benim zevkime hitap etmemesi beni bağlayan bir iştir, ama o insan benim gözümde ne olursa olsun takdir edilesi bir insandır. O yaptığı işten memnunsa, mutluysa bana giren çıkan nedir ki? En kötü yakın çevreme, duruma göre belki de yüzüne kişisel zevkime uygun olmadığını belirtirim. Eğer anladığım, yorum yapabileceğim bir konu ise birkaç küçük tavsiyede bulunurum. Ama ortada bir çaba, bir emek varsa daha fazlasını söylemem, söyleyemem.

Bu yazıyı okuyup, aynı zamanda bana yakın olan insanlar muhtemelen nereye bağlayacağımı anladılar konuyu. Evet, okul grupları konseri ve sonrasında duyduğum şahsıma yapılmış eleştiriler. Aslında bu yazıyı yazmam bile gereksiz şu an, hatta bunu yazma isteği duyduğum içinde kızıyorum içten içe kendime. Belki de direk bu eleştirileri yapan şahıslar tarafından okunacak bunlar, “vay be” diyecekler, “kız ne kadar takmış kafaya, ne kadar morali bozulmuş”... Hayır arkadaşım bir yanlışın var, kafaya falan takmış değilim, moralimde gayet iyi şu an. Bunu yazmamın amacı bir nebzede olsa seni kendine getirmek, hoş bir yandan da ne kadar amaçsız bir eyleme kalkışmış olduğumun da farkındayım.

İlk paragrafta yazdığım gibi “kişisel zevkime uymuyor sesin” de anlarım, “şuralarda eksiğin var” de anlarım, hatta “daha senin çok çalışman lazım” de gene anlarım. Zerre savunmam kendimi , “doğrudur abi” derim, eğer bir eksiğimi belirtirsen daha sonra dikkat ederim. Yeter ki bana böyle yapıcı eleştirilerle gel, sonra istersen ciğerimi ye...

Ama sen ne diyorsun, “böyle ses mi olur , bıraksın bu işleri”. Pardon da abicim sana mı kaldı bunları düşünmek ? Yukarıdaki yaratmış işte, sana mı soracaktı ses tonumu ayarlarken ? Hepsinden öte burada kimse “en iyi vokal benim, ben tekim” modunda değil zaten, daha “A”sındayız işin, öğreneceğimiz çok şey var. Ve kimse de bodoslama dalmış değil bu işe, başımızda hocalarımız, gayet iyi müzik bilgisine sahip olan arkadaşlarımız var çok şükür... Onlar yapmaları gereken yorumu, eleştiriyi yapıyorlar zaten ve bu durumda sen sana düşenin ne olduğunu çok iyi biliyorsun, hani 3. şahıs misali... Bırakmamız gerekiyorsa sıra sana gelmeden önce onlar söylerler, kafan rahat olsun.

Tüh şimdi aklıma geldi, sen Mozart’ın babasının oğluydun değil mi ? Nasıl da unutmuşum... Bak gördün mü boşuna yazdık onca yazıyı...

13 Haziran 2010 Pazar

Dövme

Yahu bir dövme yaptırdık olay oldu. Meğer herkes ne meraklıymış, üzerinden çok vakit geçmemiş olmasına rağmen yaptırdığımdan beri cevapladığım soru veya beni kitleyen insan sayısını hatırlamıyorum. Bunun üzerine insanlığa faydalarıma ilk olarak deneyimlerimi ve naçizane görüşlerimi buradan aktarmakla başlıyorum bende.

* Bunu muhtemelen heryerden duymuşsunuzdur ama benden de duyun. Kesinlikle sizin için ömür boyu anlam ifade edecek bir şey seçin. Mesela ben gidip sevgilisinin adını vs. yazdıranları anlamıyorum, mümkünse anlamakta istemiyorum. Hasta mısınız arkadaşım ?

* Sizin için gerçekten anlamı olan ve sıkılmayacağınızı düşündüğünüz bir model buldunuz diyelim. Emin misiniz sıkılmayacağınızdan? Kendimden örnek vereyim bu noktada. Yaptırdığım modeli 1 sene önce buldum, ama tamamdır demedim hiçbir zaman hala araştırmaya devam ettim. Bu bir sene sonunda yine içime sinen şeyler bulmuş olmama rağmen hala aklımda şimdi yaptırdığım vardı. Arada açıyor, sevgiyle bakıyor, bacağımda hayal ediyordum falan... Ancak o zaman tamamdır diyebildim. Benim tavsiyem siz de öyle yapın, model içinize sinsin ama bir süre bekleyin, peşinizden atlılar koşturuyormuş gibi dövmecide almayın hemen soluğu...

* Geldik işin en can alıcı noktasına. Dövme yaptırılacak yerin seçimi. Bu konuda sanırım dövmeli arkadaşlarınızın tavsiyelerini dinlemekten başka yapabileceğiniz başka bir şey yok. Kafanıza yatanları gezin, fiyat alın, ortamını görün.

* Dövmenin tam yeri konsunda mutlaka dövmeyi yapan kişiden de fikir alın. Ben mesela kediciği dizime daha yakın bir bölgeye yaptırmayı planlamıştım oysa ki dövmeci bey modelin küçük olduğunu bu yüzden daha dar bir alana yaparsak daha güzel duracağını söyledi ve bileğime daha yakın bir kısma yaptı. Şu an kendisine hayır duaları etmekteyim.

* Eveet, buraya kadar herşey hoş, modeli seçtiniz, yeri seçtiniz, şimdi dövmeyi yaptırma zamanı. Gidiyorsunuz, bekleme odasına oturuyorsunuz, bir yanda uzun bir süredir hayalini kurduğunuz dövmenize kavuşmanıza dakikalar kalmış olmasının mutluluğu, bir yanda içeriden gelen "vııızzz" şeklindeki iğne sesinin yarattığı gerginlik. Gerçi bu gerginliğe öncesinde duyduğunuz "çok acıyor yahu" şeklindeki yorumlar neden oluyor. Yapılan yere göre değişiyordur muhtemelen ama ben şahsen bacağıma yaptırdım ve hiçbir acı hissetmedim. Sadece iğnenin batırılmasını falan hissediyorsunuz ama inanın sivrisinek ısırsa daha çok canınız acır. - Hanımlara özel not : Epilasyon/ağda acısının yanında solda sıfır hissettiğiniz şey - Bu maddeyi toparlamak gerekirse abartıldığı gibi acımıyor korkmayın ama iğne fobiniz varsa kesinlikle dövme yaptırmayın.

* Dövmenize kavuştunuz, hayırlı uğurlu olsun. Ama tabi ki herşey bununla bitmiyor. Bunun ödemesi var, bakımı var, var da var. Öncelikle dövme fiyatları baya bir coşmuş durumda, yaptırmaya karar vermeden önce ,sonrasında benim gibi aç kalmamak için iyi bir birikim yapın. Mesela benim gittiğim yerde sadece iğnenin açılması 60 TL.den başlıyor idi. Gerisini artık siz düşünün... Öğrenci adamın bulaşacağı iş değil ama ne yaparsın heves ettik bir kere... Ödeme "Gulp!" şeklinde bir yutkunmayla yapıldı, şimdi geldik bakımına... İlk olarak 4-5 gün süre ile dövmenizin bulunduğu yeri streç film ile sarıp sarmalamanız gerekiyor. Tabi benim yaptığım salaklığı yapmayın sakın, streç film yerine buzdolabı poşeti kullanınca hışır hışır sesleri eşliğinde okulda dolaşmak baya bir eziyet oldu, ne çektim bir ben bilirim. Dövme sahibi olduktan sonra çantanızın olmazsa olmazları arasına Bepanthen Plus'ı da eklemeniz gerekmekte. Zira birkaç gün sonra dövmenizin üstü kabuk tutmaya ve kaşınmaya başlıyor. Kabuk tutmuş görüntüsü evlere şenlik zaten ama neyseki Bepanthen Plus bu noktada imdada yetişiyor. Bir de olabildiğince kaşımayın, ben kaşıdım ve kanattım gayet :)

Son olarak kendi dövmemin reklamını yapmadan geçemeyeceğim. Buyrunuz :